Bugünlerde arka arkaya Patti Smith’in “Çoluk Çocuk” ve Oya Baydar ile Melek Ulagay’ın “Bir Dönem İki Kadın-Birbirimizin Aynasında” kitaplarını okudum. Kadınların yazdığı bu kitaplar sanata, devrime, aşka “adanmış” hayatlara saygı-sevgi duruşu...
http://tureykose.blogspot.com/2011/06/adanms-hayatlara-sevgi-sayg-durusu.html
Patti Smith bir rock müzik ozanı. Önce sevgilisi sonra -cinsel yönelimi farklılaşınca- en yakın dostu olan fotoğrafçı Robert Mapplethorpe’a adadığı kitapta 1960’ları anlatıyor. Kitapta açlık, yoksulluk, uyuşturucu da var; dönemin rock ilahları ile Beat şair ve yazarları da. Onca yoksulluk-yoksunluk ortamında “yaratma” çabası-ısrarı ile bir aşkın dostluğa doğru evrilmesindeki soyluluğun zerafeti çok etkileyici. Smith’in kitabı sanata, aşka ve dostluğa bir saygı-sevgi duruşu, edebi bir selamlama.
“Çoluk çocuk”lar ABD’de kendi hikâyelerini yaşarken, Türkiye’de de “başka şeyler” olmaktadır. Oya Baydar, Sovyetler Birliği Komünist Partisi çizgisinde TİP-TKP geleneğinden; Melek Ulagay ise bunun tam karşısında yer alan Maocu TİİKP-Aydınlık çizgisinden geliyor. Baydar’ın hayatında Almanya’da mültecilik, TKP, SSCB’ye “talim terbiyeye” gidiş, Berlin duvarının “üzerine yıkılışı” ve 12 yıl sonra ülkeye dönüş gibi çok önemli duraklar var. Ulagay’ın yaşamında ise gerillacılık, Filistin kampları ve sonrasında -ressam Orhan Taylan’ın eşi sıfatıyla- cezaevi kapılarında geçen günler var. Biri “doktora tezi reddedildiği zaman Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının rektörlüğü işgal ettiği akademisyen”, diğeri “dağdaki terörist kız”. İki kadın, “Türkiye’de ve dünyada solun durumu, bölünmüşlüğü, geniş kitlelerden kopukluğu, kimilerine göre yenilgisi üzerine çok yazılıp çizildi. Ama bunların çoğu iktidar konumundan bakan erkek egemen gözün gördükleriydi” diye yola çıkmışlar.
Oya Baydar’ın Sovyet çizgisinden kopuşları süreciyle ilgili anlattığı bir öykü yürekleri burkuyor. Evde tartışmalarda sürekli “Ekim devrimi” sözleri geçerken “Ekim devrimiyle ilgili kötü bir şeyler olduğunu” anlayan oğulları “Ekim”, “Peki benim adım ne olacak şimdi?” diye soruyor. Baydar’ın anlattığı bir başka öykü de son derece çarpıcı:
“1987’de Yunanistan’da tatil yaparken, parti bizim oradaki konuşmalarımızı dinletmiş. Tatilden dönünce bizi sorguya çağırdılar. (...) Hani şimdi telefon dinlemelerinden şikâyet ediliyor, siyasal hasımlar birbirlerini dinliyor, video kasetler çıkıyor, kayıtlar gerektiğinde kullanılmak üzere şantaj malzemesi olarak saklanıyor ya; bu konularda kimsenin kimseye söylenecek sözü yok bence. Burjuva partisiymiş, komünist partisiymiş , yöntemler aynı fark etmiyor.”
Farklı çizgilerden gelen iki kadın 11 Eylül’den sonra ABD Afganistan’ı bombalamaya başladığında Barış Girişimi’nde buluşuyorlar. Daha güzel bir dünya düşlemiş, dünyayı değiştirmeye kalkışmış, belki yenilmiş ama “asla pişman olmamış” iki kadın “Yaşadık işte” diyor... Evet, yaşamışlar ve hayatları “roman” gibi...
Cumhuriyet Ankara Eki'nde yayımlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder