7 Mart 2013 Perşembe

Orhan Tüleylioğlu'ndan Merdivende Üç Şair



Bir fotoğraf ki, tutuşturur yürekleri



Şairler yanarken kelimeleri ne olur? Kelimeleri de yanar mı? Yanar da küle dönüşür mü? Bazı kelimeler denize doğru uçuşup söner mi? Bazıları duman olup göğe uçar mı? Bazıları yere mi düşer? Şairler yangın yerinde düşerken... Şairlerin ateşe karışmadan önceki son halleri, son suretleri her bakışta tutuşturmaz mı yürekleri? Hiçbir gözyaşının söndüremeyeceği ateşler yakmaz mı yüreklerde?
Yirminci yüzyıl acıların, kırımların, savaşların yüzyılı. Robert Capa, “Düşen Asker” fotoğrafında İspanya iç savaşında vurulan askerin ölüm anını yüreklerimize çiviler. Sivas katliamından sağ kurtulan -ancak bu kırıma kalbi dayanmayan ve yedi ay sonra kalp krizi geçirip yaşamını yitiren- gazeteci yazar Battal Pehlivan’ın 1993 yılında çektiği ve ölümden önceki son “anları” kare içine aldığı “Merdivende üç şair” fotoğrafı da yüreklerimize cam parçaları batırıyor. Yaklaşan ölüm karşısındaki çaresizliğin bu fotoğrafı, her bakışta yeniden kanatıyor yürekleri... Her bakışta yeni bir cam parçası kımıldıyor içimizde... Tarihe, bir yirminci yüzyıl utancının foto-notunu düşüyor...

 
Tarih, 2 Temmuz 1993. Yer: Sivas Madımak Oteli. Merdivende üç şair oturuyor; Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar. Pir Sultan Abdal için şenlikler düzenlenmiş, kara yürekli bir güruh şenliği kırıma çevirmiş. Oteli ateşe vermişler. Ortaçağın üzerinden beş yüzyıl geçmiş, yirminci yüzyıldayız sözüm ona. 33 can yanıyor alevlerde. Geride bir fotoğraf kalıyor. Merdivende üç şair. Yazar, şair Orhan Tüleylioğlu, bu fotoğrafı anlattırmış “üç şair”in çocuklarına, yazarlara, şairlere, gazetecilere.

Ah, nasıl da yürek yakıyor her satır! Bedenler kurban edilirken ateşe, “yürek yangını” gibi metaforlar nasıl da utandırıyor insanı. Ateşin kavurucu yok ediciliği, “gerçek”liği karşısında tüm metaforlar kifayetsiz, tüm sözcükler mahcup bir kenara çekilmiş... Sözcüklerimizin elinden bu kadarı geliyor? Orası, sözün bittiği yer. Orada gözyaşları var, acılar var, bir 20. yüzyıl utancı var...

Orhan Tüleylioğlu’nun kitabı “ölü ozanlar”a bir ağıt, bir saygı duruşu, “kalanlar”ın “ateşe karşı” söylenmiş sözleri... Önce, o anın -fotoğrafın çekildiği- tanığı Zerrin Taşpınar’a kulak verelim: Otele girmek isteyenleri püskürten, dışarı atan arkadaşlarımız, kurulan barikatın arkasında, bazen önünde büyük bir çabayla bizi korumaya çalışıyorlar... Barikatın birkaç basamak üzerinde üç şair oturuyor . Yedek güç olarak yerlerini almışlar... Silahları, demir bir sehpanın ince ayakları ve uzun saplı bir süpürge... Silahları yüreklerini tutsak alan ülke ve toplum sevgisi...(...) Biri, belki de Uğur, hatırlamıyorum ‘İçimizden birine bir şey olursa?...’ diyor birden. Bir anlık sessizliğin ardından Metin; ‘Kalanlar ölen için şiirler yazar’ yanıtını veriyor...”


ATEŞE KARŞI SÖYLENEN SÖZLER...

Üçüne de “bir şey” oluyor. Ve “kalanlar”, gidenler için yazıyor. Ateşe karşı sözlerini söylüyorlar. Adnan Azar, A.Aydın Doğan, Ahmet Erhan, Ahmet Özer, Ahmet Say, Ahmet Telli, Ali Balkız, Ataol Behramoğlu, Atilla Aşut, Aydın Şimşek, Balçiçek İlter, Emin Özdemir, Erendiz Atasü, Günay Güner, Haydar Ergülen, Hidayet Karakuş, Hikmet Çetinkaya, Hüseyin Atabaş, Işık Kansu, İlhan Taşcı, Kanat Atkaya, Mecit Ünal, Metin Cengiz, Metin Demirtaş, Metin Turan, Müslim Çelik, Oktay Akbal, Onur Behramoğlu, Onur Caymaz, Öner Yağcı, Rengin Arslan, Semih Çelenk, Şenal Sarıhan, Tolga Çandar, Turgay Fişekçi, Yıldırım Doğan, Zerrin Taşpınar, Zeynep Oral.

Cemal Süreya, “Sizin hiç babanız öldü mü” diye sorar ya. Gidenlerin, “babaları ölenlerin” kızları yazıyor. Zeynep Altıok Akatlı, “Öyle zor ki yazmak...” diye başlıyor ve devam ediyor:

19 yıldır öyle yazıyorum, böyle yazıyorum, yine yazıyorum, yeniden yazıyorum. Acıyı yazıyorum, özlemi yazıyorum, yokluğu yazıyorum, yalnızlığı yazıyorum, tekrarı yazıyorum, adaletsizliği yazıyorum, suçu yazıyorum, isyanı yazıyorum, çabayı yazıyorum, utancı yazıyorum, Yazıyorum, söylüyorum, çığlık atıyorum, ağlıyorum, iğne ile kuyu kazıyorum, bakıyorum, hissediyorum, paylaşıyorum, çabalıyorum, alışıyorum, duruyorum. YOK ALIŞAMIYORUM.”

Eren Aysan, “Ne zaman gözümün önüne o fotoğraf gelse...” diye başlıyor:

Tam on dokuz yıl zihnimden çıkartamadığım o fotoğraf. ...Hani babamın elinde bir sandalye bacağı, önünde yangın tüpü, Metin Abi’nin elinde süpürge sopası... Öylece bekliyorlar, çaresiz. Aklım yerle bir olur. Binlerce sığırcık hızlı hızlı kanat çırparak havalanır. Onların çıkardığı ses kulaklarımda uğultuya dönüşür. Birkaç dakikalığına kalbim durur. Sonra aniden hızlı hızlı çarpmaya başlar. Gözlerim kararır. İçi artık gözyaşı akamayacak kadar acır, yanar. Boğazıma kül dolar. Yutkunamam. (...)
Ne zaman o fotoğraf aklıma gelse... ‘Biz bu ülkeye bütün bunları hak edecek ne yaptık baba?’ diye sorarım. Ve artık güzel ülkemde hiçbir şair, yazar, gazeteci, aydın öldürülmesin derim. Düşmesin yazdıkları için cezaevine... ‘Artık genç ölüm görmek istemiyorum, elinden geleni yap baba’ diye seslenirim. Sonra her şey paramparça olur. Paramparça. Parça...”

Elif Kaynar Yavuz babası Uğur Kaynar ve ondan bir süre sonra “giden” annesi Serap Kaynar’ın “gidişine dair” yazarken “Ben bir kara bulutum” diyor. Ezgican Kaynar, annesiyle babasının kendisine verdiği en değerli armağanı anlatıyor. “Yani Uğurumla Serabımın birlikte yarattıkları, besledikleri kalp, yani Uğurumla Serabımın aşkı. Ona hiçbir zaman , ‘biz’ istemedikçe kimse ulaşamaz.”

Behçet Aysan “sen bu şiiri okurken/ ben belki başka bir şehirde ölürüm” diyordu. “Beyaz bir gemi” değildi ölüm, ateşti ve onu başka bir şehirde yakaladı. Uğur Kaynar, “Otuz üç yaşım/ Yelkenli yaşım/ Ömrünün Cicim Ayları” diye ses veriyordu. Ah, ömrünün bu “cicim ayları” ne kadar kısa sürdü. Metin Altıok “Ben ki kiracıyım bir acıya” diyordu. Onun-onların acısında kiracı değiliz, o acının sahibiyiz...

-----------------------------------
Cumhuriyet  Kitap ekinde 14 Şubat 2013 tarihinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder