2 Mayıs 2013 Perşembe

Adil Okay'dan "Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi"

Babamın “evi”, annemin “işyeri”: Hapishane

Sizin hiç babanız-anneniz hapse girdi mi? Anneler-babalar günlerinde gözleriniz buğulandı mı? Okulda “veli” toplantılarına hiç “velisi” gel-e-meyen çocuklardan oldunuz mu? Babasıyla dışarıda gökyüzü altında çekilmiş bir tek fotoğrafı olmayan çocuklardan mısınız? Ya da bir parkta annesiyle hiç elele yürüyememiş? Okumayı öğrendiğinizde hapishaneye mektuplar yazıp, “görülmüştür” damgalı mektuplar aldınız mı? Görüş günlerinde mi büyüdünüz? Yoksa, bizzat hapishanede büyüyeyen çocuklardan mısınız? Ekin Şinar gibi. Ekin’in annesi de, babası da hapiste. Hapishanede 3. yılına giriyor. Annesi Gazal Dülek, anlatıyor:

“İlk tutuklandığımda kızım Ekin Şinar, henüz 10 aylıktı. (...) Ekin Şinar 1 yaşına geldiğinde (o sırada babası henüz tutuklanmamıştı) dışarıda zaman geçirsin ve babasına alışsın diye onu ara sıra dışarıya yollamaya başladım. İlk gittiğinde bir hafta dışarıda kaldı. Dönüşünde sütümü bir daha emmedi. (...) Şimdi ise 37 ayını dolduran çocuklar için dışarıda kreşe gitme hakkımızı kullanıyoruz. Servisle sabah götürülüp akşam beşte getiriliyor. Orada yaşadığı tek sıkıntı diğer çocukların anne babalarının kreşe çocuklarını karşılamaya geldiğini görüp bizim neden gelemediğimizi anlayamamak.”

Gazal Dülek, kızını ayda bir açık görüşlerde “babasının kaldığı hapishaneye götürülsün” diye dışarı yolladığını da ekliyor. Ekin, annesiyle babasını hiç birarada görmemiş.


  Adil Okay’ın “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi...” kitabı “görüş günlerinde büyüyen çocukların” hikayelerinden oluşuyor. Okay, can acıtan, yürek yakan hayatları anlatıyor. Örneğin Turan Demir’in hikayesi. 20 yıldır cezaevinde, sessiz çığlığı nasıl da dokunaklı. “Kızım şu anda 21 yaşında, üniversite öğrencisi ama ben onu toplam 21 defa görmüşüm ya da görmemişim, toplam 21 defa dokunamamış, sarılamamış, kucağıma alamamışım.(...)Kızım büyüdü Dicle Üniversitesi’ne başladı bu sene. Oysa ben onun çocuk kalmasını isterdim: Ben çıkacaktın, birlikte büyüyecektik ama olmadı...” diyor. Sonra kızı Eylem büyümüş ve o da hapse düşmüş. Babasına. “Dışarıda olsaydım bu pazartesi seni görmeye gelecektim...” diye mektup yazmış...


Ve, 30 yıldır cezaevinde olan Cuma Özkan’ın hikayesi: 1993 yılında tutuklandıktan üç ay sonra kızı Şehriban dünyaya gelmiş, Şehriban, artık 20 yaşında. Cezaevi ziyaretlerinde, görüş günlerinde büyümüş. Babasını hiç özgür görmemiş...

Zindan adlı çocuk

Ebedin Abi, müebbetlik, 17 yıldır cezaevinde. Kızı Hebun, yakalandığında bir yaşındaymış. Kasım Karataş 23 yıldır hapiste, kızı Gülistan 23 yaşında. Yani, babasını hiç özgür görmemiş. Gülistan evlenirken de babası düğününe mektupla katılmış. Kızını mektupla tebrik etmiş. “Biricik kızının en en anlamlı ve mutlu gününde onu yalnız bırakmayan konuklarına” mektupla teşekkür etmiş.

Cevat Yerdegül, 20 yıldır cezaevinde. Uzun zamandır görmediği kızı Mizgin bir gün cezaevine getirildiğinde tanıyamamış. Çocukları Mizgin ve Mazlum hapishanenin “babalarının diğer evi” olduğunu sanıyormuş. Erdal Süsem’in “oğluyla dışarıda çekilmiş fotoğrafı yok”. 63 yaşındaki Şükriye Kardaş’ın 6 çocuğu da cezaevindeymiş...Ya, 21 yıldır cezaevinde olan Ali Benek’in dört çocuğunun hikayesi? Yakaladığında eşi hamileymiş, doğan çocuğuna “Zindan” adını vermişler. Neyse ki, Ali Benek’in itirazı sonucunda “Hakkı” diye değiştirilmiş.

12 Eylül’den sonra Fransa’da mülteci olan ve 1994’te Türkiye’ye dönünce yakalanıp mübebbet hapse mahkum edilen Mehmet Gök’ün hikayesi insanın boğazına kocaman bir yumru gibi oturuyor. Gök, tam 26 yıldır çocuklarıyla iletişim kuramamış. Çocukları anneleriyle Fransa’da kalmış. “Ben en son çocuklarımı gördüğümde küçük oğlum Siyar 3, büyük olan Cumali 6 yaşındaydı. Aradan 26 yıl geçti. Bu 26 yıl boyunca onları hiç göremedim ama hiç aklımdan hayalimden çıkmadılar” diyor...Çocuklarının ne bir fotoğrafı var, ne de bir gün karşılaşsa hangi dilde iletişim kuracağını bilebiliyor...

Alattin Öget müebbetlik, 16 yıldır tek kişilik hücrede. Eski eşi ile resmi nikahları olmadığından soyadları tutmadığı için 16 yıl boyunca iki oğlu hiç ziyaretine gelememiş. Oğullarının büyümelerini fotoğralardan izlemiş. Celil Kaçmaz, 16 yıldır hapiste. “Yakalandıktan sonra tam 6 yıl çocuklarımı göremedim. Cezaevinde bir arkadaşımın yol parasını temin etmesi suretiyle 2002’de çocuklar görüşüme gelebildiler. Ve tam 10 yıl oldu seslerini duyamadım, yüzlerini göremedim” diyor. Eşinin ailesi korucuymuş, yolları ayrılınca çocuklarından da uzak düşmüş...

Ve sonra o çocuklar büyüyor, bu kez kendileri “içeri” düşmeye başlıyor. Ailelerin ikinci kuşak cezaevi ziyaretleri başlıyor. Sarp Kuray ile Zeynep Kuray gibi. Gazeteci Zeynep Kuray, Bakırköy cezaevinde annesi Meral Kurum ile kalan çocuk Renas’ı anlatmış:
“Meral Kurum boş bir iddianameyle 11 yıl apse mahkum edildi. 3 yaşındaki oğlu Renas, cezaevini annesinin işyeri sanıyor, 'voltacılık' oyunyor, leğen ve çekpas sopasıyla oyuncak yapıyor. (...)Gardiyanlardan korktuğu için cezaevinin kreşine gidemeyen ve her an annesinden koparılma endişesiyle yaşayan Renas’ın sık sık annesine 'Anne artık burada çalışmayı bırak' demesi tüm yaşananları özetliyor.”

Tahir Canan: “Ülkemin Emile Zola’ları buraya bakın”

“Türkiye’de en çok hapiste yatan kişi” olarak anılan Tahir Canan, 58 yaşında ve bunun 32 yılını cezaevinde geçirmiş. Oğlu İlhan Canan, 34 yaşında. Tahir Canan 1991 yılında şartlı salıverilme yasasıyla bırakılmış, sonra tekrar tutuklanmış. Bugün 21 yaşında olan kızı İmran bu arada doğmuş. 6 torununu görüş günlerinden tanıyan Tahir Canan, bir mektubunda şöyle diyor:
“Sevgili Eftelyam, deden de sizi özledi. Kocaman bir yaşamda yan yana olamadık. Belki yakında birlikte oluruz. Sizlerle gezer dolaşırız. Büyük bir aile olarak yaşarız. Siz bana bilgisayar kullanmayı öğretirsiniz, ben de size satranç oynamayı...”

Tahir Canan, Adil Okay’ın kitabını hapishanede okumuş. Kitapta “Ey ülkemin aydınları, Emile Zola’ları buraya bakın” denildiğini söylüyor.

Adil Okay: Amacım ağlatmak değil, empati

Adil Okay, kitaptaki kahramanlarının hikayelerine, yaşamlarına aşina. Hapishaneyi, işkenceyi, sürgünü biliyor. “Niye böyle bir kitap yazmaya karar verdiniz” diye sorduk, şu yanıtı verdi:

“Hem ben, hem babam şair Süleyman Okay cezaevlerini tanıyoruz. Hem dışarıda görüş günlerinde kuyrukta bekledik, hem de görüş günlerinde içeride ziyaretçi beklediğimiz oldu. 20 yıl sürgünden sonra ülkeye döndüm. Memlekete gelince koşulların uzaktan izlediğimden çok daha kötü olduğunu, ülkenin açık cezaevine dönüştüğünü gördüm. İdealleri için, daha güzel bir dünya ütopyasıyla hapishaneye doldurulan mahpuslarla yazışmaya başladım. 2012 yılında, 23 yıldır zindanda olan, Kasım Karataş’ın 25 yaşındaki kızı beni düğününe davet etmişti. Kasım’ın kızına Gaziantep hapishanesinden yolladığı mektubu düğünde okuma görevi de bana düşmüştü. Mektup, düğünde bulunan herkesi ağlattı. İşte bu olay(lar) beni düşünmeye, araştırmaya ve yazmaya teşvik etti. ”

Adil Okay, “görüş günlerinde büyüyen çocuklar”ın bazılarının konuşmak istemediğini, bazılarına da soru sormanın kendisine “zor, ağır geldiğini”, bu nedenle birebir görüşme yerine yazışarak bilgi edindiğini anlatıyor. “Dışarıda annesinin babasının yolunu gözleyen on binlerce çocuk var. Bu mektuplar benim bitmeyen kabuslarım oldu. Kitapta amacım ağlamak-ağlatmak değildi. Okuyucuları empati yapmaya sevk etmekti. Öfkelendirmek ve bu öfkenin itiraza dönüşmesini sağlamak istedim” diyor. Onbinlerce ailenin mağduriyetlerinin giderilmesi, hayatlarının kolaylaştırılması için ne yapılmalı? Okay, bu soruya da şu yanıtı veriyor:

“Öncelikle var olan yasalar hakkaniyetle uygulanmalıdır. Artı, var olan yasalar mahpusların lehine iyileştirilmelidir. Keyfi cezaları biliyoruz. Geçmişte hücre yasağı vardı, şimdi F tipi ile herkes hücrede olduğu için iletişim yasakları başladı. Görüş yasakları arkasından mektup-telefon yasakları başladı. Sürgünler ayrı bir ceza. Bir hapishanede serbest olan renkli kalemler, diğerinde yasak. Çocukları olan mahpuslara (adli-politik tümüne) açık görüş hakkı genişletilebilir. Mahpuslar ailelerinin-çocuklarının bulunduğu kentteki hapishanelerde kalmak istiyorlar, sürgünle cezalandırmak yerine bu sağlanabilir. Düşünün çocuklar ve eşler 15-20 saat yolculuk yapıp açık görüşe geliyorlar. Tabi asıl beklentimiz öncelikle politik mahpusların hemen serbest bırakılmasıdır. Adına af mı denir, şartlı tahliye mi denir fark etmez. ”

Adil Okay, “Muhalif olan yazarları, sanatçıları, gazetecileri, seçilmiş vekilleri, siyasetçileri, avukatları KCK, Erkenekon, Devrimci Karargah ve illegal sol örgüt üyeleri diye delilsiz, mesnetsiz zindanlara dolduran bu sivil diktadan, bu adalet sisteminden umudum yok elbette. Dışarıda bir korku imparatorluğu var” diye de ekliyor...

-------------------
Cumhuriyet gazetesinde 7 Nisan 2013 tarihinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder