6 Kasım 2013 Çarşamba

Ahmet Abakay'dan Hoşana'nın Son Sözü

“Ehmet, bilirmisen anamın babası Ermeniydi...”

Hoşana Ana’nın 82 yıl sakladığı sır

Bir kadın, bir köy 82 yıl susar mı?


Gazeteci-yazar Ahmet Abakay,  Hoşana’nın Son Sözü’nde, 82 yıl saklanan bir aile sırrından yola çıkıyor. Annesi Hoşana ölümünden bir gün önce  “Ehmet, bilirmisen, benim anamın babası Ermeniydi” deyivermiş. Hoşana Ana, kimliğinin, kökeninin sırrını 82 yıl boyunca saklamış. Suskunluğu, mağduriyeti tam bir “ömür” sürmüş. Ahmet Abakay da TİP’li, 68’li bir muhalif olarak “politik kimliği”nin mücadelesini yürütürken acılar, mağduriyetler yaşamış. Anne oğulun hikayeleri bu kitapta buluşmuş.

Bu topraklarda bazı kimlik ve aidiyetler yıllar boyunca “trajedi” anlamına gelmiş. Acı, hakaret, dışlanma, işkence ve ölümle biten  trajediler yaşanmış. Bu nedenle bir ömür boyu saklanan kimlik, köken sırları var insanların. Ahmet Abakay, giriş yazısında kitabının başlangıç noktasını şöyle anlatıyor:

“Bu kitap, Annem Hoşana’nın 82 yıl boyunca içinde sakladığı sırrı ile ilgili. Bebekliğinden beri Alevi kültürü ile yetişmiş bir insan, bir kadın, Ermeni kökenli olduğunu, 82 yıl boyunca ailesinden, çocuklarından, torunlarından, yaşadığı çevreden saklayabilir mi? Bir köy, 82 yıl ve devamında bugün, susar mı? Hoşana bu sırrı 82 yıl içinde sakladı. Nasıl olduysa o gün en küçük oğluna, bana, bu gerçeği geniş şekilde anlattı. Ertesi gün bir kaza sonucu bilincini kaybetti ve ardından öldü.”



Hoşana Ana, 82 yıl susuyor ve bir gün oğlu Ahmet Abakay’a, “Ehmet, bilirmisen, benim anamın babası Ermeniydi” diyor. Bu sır onu öyle ezmiş,  öyle korkutmuş olmalı ki; yıllar yıllar sonra bile oğluna, “Karına da, kardeşlerine de söyleme. Ben ölene kadar da kimseye konuşma” diye tembihliyor.  

Ahmet Abakay, Sivas-Divriği doğumlu, “Trenci Rıza ile Hoşana’nın” oğlu. 68 kuşağından olmakla övünüyor.  Erzincan Lisesinde THKP-C kurucularından Hüseyin Cevahir’in yakın arkadaşı olmuş. Üniversitede de Abdullah Öcalan ve Kesire yakın arkadaşlarıymış. “Derin devletin simgesi Mehmet Ağar’la da Mülkiye’den okul arkadaşı olduğunu” söylüyor. TİP'li, “3 K’li” olduğunu söylüyor. “Kürt, kızılbaş, komünist” sıfatlarına annesinden öğrendiği sırla yeni bir aidiyet daha ekleniyor: “‘3 K + E’ olacaktım” diyor. Ancak bu yeni kimliğin kabullenilmesi öyle kolay değil. Annesinin ölümünden sonra bu sırrın peşine düşen Ahmet Abakay, çok zorlanıyor. Bugün bile akrabalar, köylüler “Ermeniliği” kondurmak istemiyor. “Senin ana tarafın aslında Ermeni değil Süryaniydi. Ermeni mermeni lafını etme” diye geçiştirmeye çalışıyorlar. Hatta, bazı akrabalarının “Halamıza nasıl Ermeni dersin” diye kendisini tehdit ettiğini anlatıyor Ahmet Abakay. Bu tehditlere “Fransız ya da İngiliz desem aynı tepkiyi gösterir miydiniz” sorusuyla karşılık vermiş.

Ahmet Abakay, bir yandan bir yeni kimlikle tanışır ve bunun izini sürerken; diğer yandan Hoşana Ana’nın çok acı ve dokunaklı hayatından kesitler aktarıyor. Bu arada, Hoşana Ana’nın esprili laf geçirmelerini, sözünü sakınmayan üslubunu atlamak olmaz. Tiyatrocu Metin Coşkun’un kızı Hayriye’yi istemeye geldiği bölümü kahkahalarla gülmeden okumak olanaksız. Tiyatroculuğu işten saymayan Hoşana Ana, “İşi yok, oğlun kızımı neyle geçindirecek? Allah onlara durup dururken havadan para mı atacak” diye paylıyor dünürlerini. Aynı Hoşana Ana, 12 Eylül darbesinden sonra  Ahmet Abakay gözaltına alındığında oğlunun ellerini kelepçeleyen polisleri “Vıyyy, bu ne hal, bu iştir! Oğlum banka mı soymuş da ellerini bağlamışsınız! Hiç mi utanmanız, arlanmanız yok sizin!” diye azarlamaktan da çekinmeyecektir.

Ahmet Abakay hem 12 Eylül darbe sürecinde, hem de AKP iktidarı döneminde Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanlığı yaptı. Kitapta annesinin “kimlik” sırrı hikayesine, kendi politik kimlik mücadelesinin hikayesini ekliyor. Naif, sıcak, esprili bir dille. Hüseyin Cevahir’in kendisini sınavdan geçirdiği bölümdeki diyalog gülümsetiyor. Lise arkadaşı Hüseyin Cevahir “solcu musun” diye sorar. Abakay, ”Tabi solcuyum” karşılığını verir. Ama bu yetmez Cevahir’e. “Peki aşırı solcu musun” diye sorar. Ahmet Abakay, anında “aşırı solcu” olmaya karar verir. “Oğlum aşırı solculuk komünistlik biliyor musun” sorusu üzerine de “Yok yav. Bilmiyordum valla” der ama geri de çekilmez: “Tamam abi, aşırı solcuyuz”. Sonra da o başlar diğer arkadaşlarını solculuk sınavına sokmaya...

Kitapta Ahmet Abakay’ın hem gazetecilik, hem de siyasal mücadelesinden kesitler var. Polis, gözaltı, hapis, dayak, dava, evlerinde yapılan açlık grevi, Almanya’da Kürt konferansında konuşmacı olması, Aydınlar Dilekçesi, TBKP liderleri Nihat Sargın ve Haydar Kutlu’yu evinde ağırlaması gibi. Hocaları Ünsal Oskay’ın öğrencilerinden kız istemeye gelmesi gibi renkli hikayeler de var. Abakay kitabında bazı anılarını paylaşırken, bazı eski yol arkadaşları, ya da  kendi ifadesiyle “soldan sağa çark edenler”le de hesaplaşıyor. “12 Eylül’ün Kemalist’i: Oral Çalışlar” başlıklı bölümde Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Oral Çalışlar’ın darbe sonrasında Aydınlık gazetesinin kapatılması üzerine Kenan Evren’e gönderdiği mektup aktarılıyor. Bu mektupta “Aydınlık, yaptığı birçok yayınla sıkıyönetim komutanlıklarının, terör ve zorbalık odaklarına karşı başarı kazanmasına yardımcı olmuştur”, “Aydınlık gazetesi, bugüne kadarki yayını ve mücadelesi ile Milli Güvenlik Konseyi’nin ilan ettiği bu amaçların gerçekleşmesine basın alanında destek olmak için ‘hayatını dahi seve seve fedaya hazır’ olduğunu kanıtlamıştır”, “Gazetemiz, (...) yeni yönetimin ilan ettiği amaçları başarmasına katkıda bulunacağına güven duymaktadır” benzeri ifadeler yer alıyor. Bu kitabın yayımlanmasından sonra Oral Çalışlar, köşesinde “Aydınlıkçılık benim geçmişim. Hatasıyla sevabıyla benim kimliğimin bir parçası. Bunu yok sayamam. Geçmişimi inkâr edecek değilim. Keşke o mektup yazılmasaydı... ” diyecektir.

Ahmet Abakay, “Tarih hiçbir şeyi affetmiyor” diyor. Ve ekliyor: “Aradan geçen bunca yıl sonra farklı siyasal görüşleri benimseyen  üniversite arkadaşlarımın kimi derin devlette, kimi dağda, Kandil’de, İmralı’da, kimi de öldürüldü. Ancak bu kitabın yazarının gerçek politik arkadaşları, yoldaşları Behice Boran, Nihat  Sargın, Sadun Aren, Aziz Nesin gibi insanlar oldu.”

Ahmet Abakay, kitabın “son söz”ünde de Hoşana’nın sırrını dünyaya bir kez daha ilan ediyor:

“Hoşana’nın son sözü onda kalmasın, herkes duysun istedim. Ben ölene kadar kimseye söyleme demişti. İşte söylüyorum. Çünkü  o artık öldü. Hoşana’nın annesi ve babası Ermeniydi. Bilene, bilmeyene; ilgilenene, ilgilenmeyene ilan olunur!”
-----------------------------------
3 Kasım 2013 tarihinde Cumhuriyet Pazar'da yayımlandı.

2 yorum:

  1. Hoş ana beni de misafir etti evinde, Ahmet beni eve misafir olarak götürmüş ve hoş ananın sokakta kalan bir kedi yavrusuna analık yaparak ona baktığını görmüştüm. Hoş ana o kediyi öylesine ev sahibi konumuna getirmişti ki mutfakta su damlatan çeşmede patisi ile su içiyordu. Ev de ne varsa önce o dokunacaktı. Gece Ahmet bir haberi daktiloyla yazarken yavru kedi daktilonun tuşlarına patileri ile basar çıkan sesten keyf aldığını kuyruk sallayışıyla gördük. Bu hal bizi çok güldürmüştü...Sevgili yoldaşım Ahmet Abaka'yı her hatırlayışımda ilk çağrışım Güler yüzlü Hoşana - kedisi ve o sıcacık evleri gelir gözlerimin önüne...O gece sanki 12 eylül hiç yaşanmamıştı bu evde. Bende 101 lerin sürgünü olarak bilinen sürgünde değildi mi yaşatmışlardı bana...Hoşana'yı bir kez daha bizim ile paylaştığın için teşekkürler Ahmet Abakay...Varlığını bizim ile paylaştığın ve hepimizden alacaklı olduğun için her şeyden önemlisi Hepimize Ana gibi bir ana olduğun için anıların ve geçmişin önünde saygı ile eğiliyorum. Gün gelir yine bizi kötülüklerden korursun diye sana sığınacağımıza seviniyorum benim ışıklı Hoşanam...

    YanıtlaSil
  2. Evet maalesef, dünyadan hepimizden alacaklı olarak ayrılanların trajik hikayelerinin çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ahmet Abakay, en azından annesinin hikayesini bizimle paylaştı, ölümünden sonra da olsa onun sırrını haykırdı.

    YanıtlaSil