4 Nisan 2014 Cuma

Türey Köse'den Edebiyat Parçalayan Nutuklar

Türe


Dün Nazım Hikmet'i yasaklayanlar, bugün twitter'ı yasaklıyor”



Yılların araştırmacı gazetecisinin kaleminde siyaset, edebiyatla nasıl bir potada buluştu?

20 yılı aşkın süre parlamento muhabirliği yaptım. Bu kitapta okurluğumla, edebiyat sevgimle gazeteci kimliğimi, işimi birleştirdim. 19 Kasım 1951 tarihinde TCK'nin bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin tasarı görüşülürken gizli oturum yapılmış. 1996 yılında bu görüşmeler yayımlandı. O günlerde bu tutanakları okurken, dehşete kapılmıştım. Ne çok korkmuşlar egemenler kelimelerden, kelimelerin kudretinden. Bu gizli tutanaklardan yola çıkıp, Meclis'te yazarların, şairlerin nasıl anıldığını araştırdım. Gazete için bir yazı dizisi hazırladım. Daha sonra bu çalışmayı genişlettim.

Tutanaklarda, edebiyat tarihinin mazisinde hükumetler eliyle açılan karanlık dönemler nasıl ortaya konuluyor?

Yazara, şaire hapishane, işkence, sürgün, ölüm düşmüş hep. Meclis tutanaklarında adları da küfür, hakaret, linç girişimleriyle anılmış. Tutanaklarda Nazım Hikmet adını taradığınızda “Komonist Nazım Hikmet tevkif edildi”, “Gebermiş kızıl şair”, “Vatan haini, din haini, sözüm ona sanatçı”, “Nazım, kalbinin uzakta bir yıldızla, yani Moskova ile beraber vurduğunu söylüyor”, “Allah belasını versin Nazım’ın”, “Allahsız komünisti methettirmem!” gibi cümleler geliyor. Sabahattin Ali'yi ararsanız “Hudutu geçerken geberen Sabahattin Ali....”, “Sabahattin Ali’nin piçi..” gibi cümleler...


Diliyle dönemin ruhunu da açığa çıkaran tutanaklar en çok hangi düşüncelerden ve ideolojilerden korkulduğunu vurguluyor? Nasıl bir ruh haritası, bir memleket ve dünya algısı çiziyor?

Çok uzun bir dönem boyunca baş tehdit komünizm olmuş. Bu tehdit algısı ve korku tutanaklara Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Aziz Nesin, Yaşar Kemal başta olmak üzere “komünist” diye anılan şair ve yazarlara karşı saldırı, küfür, nefret ve linç girişimlerinin tarihi olarak yansıyor. Ama haksızlık etmeyelim; zamanın ruhuna teslim olmamış, sınırlarına, korkularına, tabularına hapsolmamış siyasetçiler de var.

Tutanakların müdavimi usta yazarlar, şairler kimler? Edebiyat nasıl takibe alınmış? Bu arada kadın yazarlar da takibat listelerinde, hangi yazarlarımızdı bunlar?

Baş müdavim Nazım Hikmet elbette. Sonra, Sabahattin Ali var, bir zamanlar “komünist yuvası” olarak anılan Köy Enstitülü yazarlar Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal var. Sonra “Şair” Bülent Ecevit, Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk'la ilgili atışmalar, tartışmalar... Sanat bir ideolojik silah olarak görülmüş; edebiyata sansürcü, polis, savcı gözüyle bakılmış. Kadın yazarlardan en çok Halide Edip Adıvar'ın adı geçiyor. Ancak yazarlığından çok ,siyasetçi kimliğiyle. Sonra, “Takibat ve tevkifat listelerinde” kadın yazarlar var. Suat Derviş, Sabiha Sertel, Sevgi Soysal...

Tutanaklarda ne menem bir dil söz konusu? Kimler için başlıca neler döşenilmiş, seni dehşete düşüren ifadeleri mesela örneklersen hangileriydi?

Saldırgan, küfürbaz, hoyrat bir dil. 1950'de gündemdeki af yasasından Nazım Hikmet'in yararlanıp yararlanamayacağı konusunda sert tartışmalar yaşanmış. DP’li Şevket Mocan “komünistin siyasi mahkum değil, vatan haini” olduğunu söylerken, tüm komünistlerden kurtulmak için toptancı bir öneri getirmiş: “Hükûmet bu af kanunuyla beraber bir satırlık ‘komünist haini vatandır. Cezası idamdır’ diye sarih ve esasen vadettiğimiz bir kanunla buraya gelmeli idi.” ! Ali Püsküllüoğlu’nun derlediği çocuklar için bir şiiri seçkisi olan “Kırlangıcın Kanat Vuruşu” da tutanaklarda çok sık geçiyor. 1979’da yayımlanmış. 1984'te ANAP'lı Mehmet Budak bu kitabı eleştirirken, ANAP Giresun Milletvekili Burhan Kara “Yakılsın onlar, yakılsın!” diye laf atmış. 1984 yılında birileri “kitaplar yakılsın” deyip Hitler'e selam gönderebilmiş. 1995 yılında da bir milletvekili Yaşar Kemal için “terörist” diyebilmiş!

Nâzım...Hem bu kadar sevilip hem de bu kadar nefret edilen başka kimse yok gibi.. Kitabında da okuyoruz ki seven, sevmeyen herkes için bir odak noktası.. Değil mi?

Evet, çok uzun yıllar boyunca Nazım Hikmet'i “vatan şairi” ya da “vatan haini” olarak görmek çok önemli bir saflaşma yaratmış. 1968’de mecliste bir linç girişimi yaşanıyor. İçişleri Bakanı Faruk Sükan, Siz Türk mahkemelerinin mahkum ettiği Nazım Hikmet’i milli şair , vatan şairi gösterdiniz mi” diye soruyor. TİP'li Çetin Altan, “En büyük şair idi” diyor. Bundan sonrası linç girişimi, yumruklar... Demirel, “Bir üye buradan çıkıyor. Cumhuriyeti, onun temel dayanağı olan Türk adliyesini onun verdiği kararları, hepsini hiçe sayarak Nazım Hikmet için büyük vatan şairidir, diyor. Bunun adına büyük tahrik derler” diye konuşuyor. Aynı Demirel, 30 yıl sonra 1999’da “Cumhurbaşkanı” olarak AGİT zirvesini kapatırken, Nazım’ın “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine” dizeleriyle sesleniyor.

10 bölümden oluşan kitabında başlı başına bir bölüm ayrılı Necip Fazıl Kısakürek de tutanaklarda hayli tumturaklı yer alıyor... Onu da anlatır mısın?

Necip Fazıl'ın ünlü şiiri Kaldırımlar “Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;/ Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum” diye başlar. Kaldırımlarda arkasına bakmamış. Eğer baksaydı; örtülü ödenekten aldığı paranın peşi sıra geldiğini görürdü. Tutanaklarda bu konu epeyce yer tutuyor.

Aziz Nesin ve Orhan Pamuk'u nasıl taşlıyorlar?

Aziz Nesin'in adı “tahrikçi” “kafir” gibi suçlamalarla geçiyor. Ne hazindir ki, Sivas katliamının tanıklığı yetmezmiş gibi, bir de bu katliama yol açmakla suçlanıyor. Orhan Pamuk'a gelince; edebiyatçı kişiliğinden çok “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü” sözleri ve bu sözler nedeniyle açılan davalar vesilesiyle adı geçiyor. “Kıytırık davası” “reklam peşinde” gibi sözlerle. ANAP'li İbrahim Özdoğan, “Orhan Pamuk'un aldığı Nobel edebiyat ödülü de Türk'e sövme ödülünden başka bir şey değildir” diyor.

Tutanaklar zaman içinde “ağız değiştirenleri”de nasıl ortaya koyuyor? Siyasetin takiyecileri dün vurduklarını gün gelmiş nasıl yüceltebilmiş?

Çünkü yasaklar, yasakçılar tarih olmuş. Nutukları meclis kütüphanesindeki raflarda kalmış. Zamana yenilmişler. Nutukları tarih olmuş, şiir kazanmış, edebiyat kazanmış. O sayfalar dolusu küfrettikleri Nazım Hikmet, bugün ülkesini tüm dünyada onurlandıran bir büyük şair. Nazım Hikmet'in “Yirminci Asra Dair” başlıklı şiiri “Uyumak şimdi, /uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim” diye başlar. Ama yine de asrından kaçmak istemez büyük Şair. “Hayır,/ kendi asrım beni korkutmuyor/ ben kaçak değilim./ Asrım sefil,/ asrım yüz kızartıcı, / asrım cesur,/ büyük/ ve kahraman./ Dünyaya erken geldim diye kahretmedim hiçbir zaman./ Ben yirminci asırlıyım/ ve bununla övünüyorum./Bana yeter/ yirminci asırda olduğum safta olmak/ bizim tarafta olmak/ ve dövüşmek yeni bir alem için... “ diye seslenir. Bugün, Nazım Hikmet ve onun safında olan 20. asırlı şairlerin, yazarların hayatı hüzün veriyor insana. Ve ne hazindir ki, 21. yüzyılda da yasakları konuşuyoruz halâ.

Son soruda kitabının günümüzle buluştuğu izdüşümler nelerdir?


Önceki kitabım Yargılı İnfazlar' da da ölüm cezalarının oylandığı, görüşüldüğü oturumların tutanaklarını incelemiştim. Kim ne oy vermiş bakmış ve o kişilerden bazılarıyla 20-30 yıl sonra yeniden konuşmuştum. Bazıları pişmandı, utanç içindeydi, “dönemin koşulları..” diye mahcup mazeretler üretmeye çalışıyordu. Zamanın sınavından herkes başı dik çıkamıyor. Zamanın ruhuna, kültürel, politik iklimine teslim olmak ya da olmamak çok önemli bir sınav. Bakınız, AKP iktidarı dönemi. AKP'ye taşıyamayacağı kadar büyük bir demokratlık misyonu biçenler bugün biraz mahcup değil mi? Üstelik, onların düşüncelerinin geride kalması, hayat tarafından -bizzat destek verdikleri iktidar tarafından- yalanlanması için öyle çok uzun yıllar geçmesi bile gerekmedi. Dün Nazım Hikmet'in şiirlerini yasaklayan anlayış, bugün Ahmet Şık'ın basılmamış kitabını toplatıyor, twitter'ı yasaklıyor. Dün Nazım'ın dizelerinden korkanlar, bugün 140 karakterden korkuyorlar.  
------------------------
Gamze Akdemir ile yaptığımız söyleşi 3 Nisan 2014 tarihinde Cumhuriyet Kitap ekinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder