Türe
“Dün
Nazım Hikmet'i yasaklayanlar, bugün twitter'ı yasaklıyor”
Yılların
araştırmacı gazetecisinin kaleminde siyaset, edebiyatla nasıl bir
potada buluştu?
20
yılı aşkın süre parlamento muhabirliği yaptım. Bu kitapta
okurluğumla, edebiyat sevgimle gazeteci kimliğimi, işimi
birleştirdim. 19 Kasım 1951 tarihinde TCK'nin bazı maddelerinin
değiştirilmesine ilişkin tasarı görüşülürken gizli oturum
yapılmış. 1996 yılında bu görüşmeler yayımlandı. O günlerde
bu tutanakları okurken, dehşete kapılmıştım. Ne çok korkmuşlar
egemenler kelimelerden, kelimelerin kudretinden. Bu gizli
tutanaklardan yola çıkıp, Meclis'te yazarların, şairlerin nasıl
anıldığını araştırdım. Gazete
için bir yazı dizisi hazırladım. Daha sonra bu çalışmayı
genişlettim.
Tutanaklarda,
edebiyat tarihinin mazisinde hükumetler eliyle açılan karanlık
dönemler nasıl ortaya konuluyor?
Yazara,
şaire hapishane, işkence, sürgün, ölüm düşmüş hep. Meclis
tutanaklarında adları da küfür, hakaret, linç girişimleriyle
anılmış. Tutanaklarda Nazım Hikmet adını taradığınızda
“Komonist
Nazım Hikmet tevkif edildi”, “Gebermiş kızıl şair”, “Vatan
haini, din haini, sözüm ona sanatçı”, “Nazım, kalbinin
uzakta bir yıldızla, yani Moskova ile beraber vurduğunu söylüyor”,
“Allah belasını versin Nazım’ın”, “Allahsız komünisti
methettirmem!” gibi cümleler geliyor. Sabahattin Ali'yi
ararsanız “Hudutu geçerken geberen Sabahattin Ali....”,
“Sabahattin Ali’nin piçi..” gibi cümleler...
Diliyle
dönemin ruhunu da açığa çıkaran tutanaklar en çok hangi
düşüncelerden ve ideolojilerden korkulduğunu vurguluyor? Nasıl
bir ruh haritası, bir memleket ve dünya algısı çiziyor?
Çok
uzun bir dönem boyunca baş tehdit komünizm olmuş.
Bu tehdit algısı ve korku tutanaklara Nazım
Hikmet, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Aziz
Nesin, Yaşar Kemal başta olmak üzere “komünist”
diye anılan şair ve yazarlara karşı saldırı, küfür, nefret ve
linç girişimlerinin tarihi olarak yansıyor. Ama haksızlık
etmeyelim; zamanın ruhuna teslim olmamış, sınırlarına,
korkularına, tabularına hapsolmamış siyasetçiler de var.
Tutanakların
müdavimi usta yazarlar, şairler kimler? Edebiyat nasıl takibe
alınmış? Bu arada kadın yazarlar da takibat listelerinde, hangi
yazarlarımızdı bunlar?
Baş
müdavim Nazım Hikmet elbette. Sonra,
Sabahattin
Ali var, bir zamanlar “komünist yuvası” olarak anılan Köy
Enstitülü yazarlar Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal
var.
Sonra “Şair” Bülent Ecevit, Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Orhan
Pamuk'la ilgili atışmalar, tartışmalar... Sanat bir ideolojik
silah olarak görülmüş; edebiyata sansürcü, polis, savcı
gözüyle bakılmış. Kadın yazarlardan en çok Halide Edip
Adıvar'ın adı geçiyor. Ancak yazarlığından çok ,siyasetçi
kimliğiyle. Sonra, “Takibat ve tevkifat listelerinde” kadın
yazarlar var. Suat Derviş, Sabiha Sertel, Sevgi Soysal...
Tutanaklarda
ne menem bir dil söz konusu? Kimler için başlıca neler
döşenilmiş, seni
dehşete
düşüren ifadeleri mesela örneklersen hangileriydi?
Saldırgan,
küfürbaz, hoyrat bir dil. 1950'de
gündemdeki af yasasından Nazım Hikmet'in yararlanıp
yararlanamayacağı konusunda sert tartışmalar yaşanmış. DP’li
Şevket Mocan “komünistin siyasi mahkum değil, vatan haini”
olduğunu söylerken, tüm komünistlerden kurtulmak için toptancı
bir öneri getirmiş: “Hükûmet bu af kanunuyla beraber bir
satırlık ‘komünist haini vatandır. Cezası idamdır’ diye
sarih ve esasen vadettiğimiz bir kanunla buraya gelmeli idi.” !
Ali
Püsküllüoğlu’nun derlediği çocuklar için bir şiiri seçkisi
olan “Kırlangıcın
Kanat Vuruşu”
da
tutanaklarda çok sık geçiyor.
1979’da
yayımlanmış. 1984'te ANAP'lı Mehmet Budak bu kitabı
eleştirirken, ANAP Giresun Milletvekili Burhan Kara “Yakılsın
onlar, yakılsın!”
diye laf atmış. 1984 yılında birileri “kitaplar yakılsın”
deyip Hitler'e selam gönderebilmiş. 1995 yılında da bir
milletvekili Yaşar Kemal için “terörist” diyebilmiş!
Nâzım...Hem
bu kadar sevilip hem de bu kadar nefret edilen başka kimse yok
gibi.. Kitabında da okuyoruz ki seven, sevmeyen herkes için bir
odak noktası.. Değil mi?
Evet,
çok uzun yıllar boyunca Nazım Hikmet'i “vatan şairi” ya da
“vatan haini” olarak görmek çok önemli bir saflaşma yaratmış.
1968’de mecliste bir linç girişimi yaşanıyor. İçişleri
Bakanı Faruk Sükan, “Siz
Türk mahkemelerinin mahkum ettiği Nazım Hikmet’i milli şair ,
vatan şairi gösterdiniz mi” diye soruyor. TİP'li Çetin Altan,
“En büyük şair idi” diyor. Bundan sonrası linç girişimi,
yumruklar... Demirel, “Bir üye buradan çıkıyor. Cumhuriyeti,
onun temel dayanağı olan Türk adliyesini onun verdiği kararları,
hepsini hiçe sayarak Nazım Hikmet için büyük vatan şairidir,
diyor. Bunun adına büyük tahrik derler” diye konuşuyor. Aynı
Demirel, 30 yıl sonra 1999’da “Cumhurbaşkanı” olarak AGİT
zirvesini kapatırken, Nazım’ın “Yaşamak bir ağaç gibi tek
ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine”
dizeleriyle
sesleniyor.
10
bölümden oluşan kitabında başlı başına bir bölüm ayrılı
Necip Fazıl Kısakürek de tutanaklarda hayli tumturaklı yer
alıyor... Onu da anlatır mısın?
Necip
Fazıl'ın ünlü şiiri Kaldırımlar “Sokaktayım,
kimsesiz bir sokak ortasında;/ Yürüyorum, arkama bakmadan
yürüyorum” diye
başlar. Kaldırımlarda arkasına bakmamış. Eğer baksaydı;
örtülü ödenekten aldığı paranın peşi sıra geldiğini
görürdü. Tutanaklarda bu konu epeyce yer tutuyor.
Aziz
Nesin ve Orhan Pamuk'u nasıl taşlıyorlar?
Aziz
Nesin'in adı “tahrikçi” “kafir” gibi suçlamalarla geçiyor.
Ne hazindir ki, Sivas katliamının tanıklığı yetmezmiş gibi,
bir de bu katliama yol açmakla suçlanıyor. Orhan Pamuk'a gelince;
edebiyatçı kişiliğinden çok “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1
milyon Ermeni öldürüldü” sözleri ve bu sözler nedeniyle
açılan davalar vesilesiyle adı geçiyor. “Kıytırık davası”
“reklam peşinde” gibi sözlerle. ANAP'li İbrahim Özdoğan,
“Orhan Pamuk'un aldığı Nobel edebiyat ödülü de Türk'e sövme
ödülünden başka bir şey değildir” diyor.
Tutanaklar
zaman içinde “ağız değiştirenleri”de nasıl ortaya koyuyor?
Siyasetin takiyecileri dün vurduklarını gün gelmiş nasıl
yüceltebilmiş?
Çünkü
yasaklar, yasakçılar tarih olmuş.
Nutukları meclis kütüphanesindeki raflarda kalmış. Zamana
yenilmişler. Nutukları tarih olmuş, şiir kazanmış, edebiyat
kazanmış. O sayfalar dolusu küfrettikleri Nazım Hikmet, bugün
ülkesini tüm dünyada onurlandıran bir büyük şair. Nazım
Hikmet'in “Yirminci Asra Dair” başlıklı şiiri “Uyumak
şimdi, /uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim” diye başlar. Ama yine
de asrından kaçmak istemez büyük Şair. “Hayır,/ kendi asrım
beni korkutmuyor/ ben kaçak değilim./ Asrım sefil,/ asrım yüz
kızartıcı, / asrım cesur,/ büyük/ ve kahraman./ Dünyaya erken
geldim diye kahretmedim hiçbir zaman./ Ben yirminci asırlıyım/
ve bununla övünüyorum./Bana yeter/ yirminci asırda olduğum safta
olmak/ bizim tarafta olmak/ ve dövüşmek yeni bir alem için... “
diye seslenir. Bugün, Nazım Hikmet ve onun safında olan 20.
asırlı şairlerin, yazarların hayatı hüzün veriyor insana. Ve
ne hazindir ki, 21. yüzyılda da yasakları konuşuyoruz halâ.
Son
soruda kitabının günümüzle buluştuğu izdüşümler nelerdir?
Önceki
kitabım Yargılı İnfazlar'
da
da ölüm cezalarının oylandığı, görüşüldüğü
oturumların tutanaklarını incelemiştim. Kim ne oy vermiş bakmış
ve o kişilerden bazılarıyla 20-30 yıl sonra yeniden konuşmuştum.
Bazıları pişmandı, utanç içindeydi, “dönemin koşulları..”
diye mahcup mazeretler üretmeye çalışıyordu. Zamanın sınavından
herkes başı dik çıkamıyor. Zamanın ruhuna, kültürel, politik
iklimine teslim olmak ya da olmamak çok önemli bir sınav. Bakınız,
AKP iktidarı dönemi. AKP'ye taşıyamayacağı kadar büyük bir
demokratlık misyonu biçenler bugün biraz mahcup değil mi?
Üstelik, onların düşüncelerinin geride kalması, hayat
tarafından -bizzat destek verdikleri iktidar tarafından-
yalanlanması için öyle çok uzun yıllar geçmesi bile gerekmedi.
Dün Nazım Hikmet'in şiirlerini yasaklayan anlayış, bugün Ahmet
Şık'ın basılmamış kitabını toplatıyor, twitter'ı
yasaklıyor. Dün Nazım'ın dizelerinden korkanlar, bugün 140
karakterden korkuyorlar.
------------------------
Gamze Akdemir ile yaptığımız söyleşi 3 Nisan 2014 tarihinde Cumhuriyet Kitap ekinde yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder