11 Mayıs 2014 Pazar

New Orleans’ta bir caz rüyası


Müzikle nefes alan, Amerika’ya “Fransız” kent

New Orleans, müzikle nefes alıp veren, müzikle yaşayan, müzikle varolan bir festivaller kenti. Cazın başkenti. Aslında, “başkent” sözü fazla resmi kaçıyor, cazın anavatanı. Birçok caz efsanesinin doğum yeri. New Orleans havaalanında başlıyor caza saygı duruşu. Havaalanı, New Orleanslı büyük caz müzisyeni Louis Armstrong’un adını taşıyor.
New Orleans’ta her yer müzik, herkes müzisyen, her şey müzik için. Festivalsiz zaman yok gibi. Mardi Gras, French Quarter, Summer Fest,Voodoo Music Experience, Jazz and Heritage... Sadece müzik değil, Tennessee Williams edebiyat festivali, sinema, tiyatro, LGBT, yemek festivalleri de var. Biz, Nisan ayında yapılan French Quarter festivaline katıldık. Festivalin açılış yürüyüşü, şenlikli bir karnavaldı. İki katlı binaların balkonlarından, ağaçlardan, barlardan rengarenk Mardi Gras boncukları sarkıyordu. “Resmi” geçit törenlerine alışkın bizler gibi turistler için inanılmaz rengarenk bir “gayri resmi” geçit töreniydi. Mini etekli yaşlı kadınlar, dizi dizi boncuklu erkekler, karnaval giysilerine bürünmüş müzisyenler, Venedik maskeli kadınlar, atlarla, midillilerle yürüyüşe katılanlar Bourbon caddesinin iki yanında toplananlara boncuklar atıyorlardı. Boncuk atmak asıl Mardi Gras’a ait bir ritüelmiş. Göğüslerini açan kadınlara, erkekler balkonlardan boncuklar atarmış. French Quarter’da da bu tür sahnelere epeyce tanık olduk...



New Orleans enerjik, davetkar, şen, kanı kaynayan, kanı kaynatan bir kent. Ve, Amerika’ya pek “Fransız”. Fransız kolonisi olduğu günlerin izleri mimariden, müthiş mutfağına her yerde. Sokaklarda, barlarda, parklarda caz devlerinin heykelleri. “Jumbo” lakaplı Al Hirt, Pete Fountain, Antoine “Fats” Domino heykelleri bir barın girişinde gelenleri selamlıyor. Bourbon caddesinde her yerden “canlı” müzik sesi geliyor. Hem de ne “canlı”. Üstelik, müziğin her türü. Sadece caz değil; blues, cajun, funk, bando, folk, gospel, rock, reggae, Latin...New Orleans ve Louisianalı müzisyenler ile “kapı gıcırtısına” -onlar “yere düşen şapkaya” diyormuş- danseden yüzlerce, binlerce kişi gözleri, kulakları, gönülleri şenlendiriyor. Sokaklarda dans dersleri veriliyor. Kimi gençler hem dansediyor, hem ayaklarıyla doğaçlama yapıyorlar. Onların müzik aleti de, ayakkabılarının altına takılı metaller...

Missisipi ve caz

 Kentin her yeri festival alanı, 25 ayrı yere sahne kurulmuş. Bini aşkın müzisyen sahnelerde. Bir sahnede Grammy ödüllü bir grup, diğerinde bir siyahi diva, bir başkasında Afrika ritimleriyle şarkı söyleyip danseden bir grup. Festivale bu yıl 700 bini aşkın kişi katılmış. Ve, bu kadar büyük bir organizasyon bedava. Bu nedenle katılım çok yüksek, halk ve turistler konserleri ücretsiz izleyebiliyor. Sadece, festival alanına yiyecek ve içecek sokulmasına izin verilmiyor. Festivali sürdürmek için bunun zorunlu olduğunu söylüyorlar. Bir kadeh şarap 6, kokteyl 7 , Margarita 12 , Malibu 5 dolar. Herkes ellerinde kocaman içki, kokteyl kadehleriyle festivalin tadını çıkarıyor. Bu müzik şöleninde katılımcıların en büyük sorunu; “hangi sahneye, hangi konsere gitsek” seçimi yapma zorluğu!
Müzik sadece sahnelerde mi? Elbette değil, Missisipi kıyısında taşların üzerine oturmuş bir genç kadın tek başına gitar çalıyor, bir sokakta müthiş kalın miyop gözlükleriyle bir yaşlı adam şahane blues gitar çalıyor, bir köşe başında bir genç kadın kendinden geçmiş folk şarkıları söylüyor. Bazı sahneler de Missisipi kıyısında. Missisipi üzerinde tur yapan buharlı nehir gemilerinde de müzik var elbette. Bir yandan Red Kit-Missisipi Kumarbazı’nı anarken, öte yandan “Missisipi Yanıyor” filmi aklınıza düşüyor. Bu topraklardaki ırkçılık ve nefret tarihi yüreğinizi yakıyor. Cazın kökeninde de acı yok mu zaten? Acı, yoksulluk ve hüzün...

New Orleans, Katrina kasırgasının yaralarını müzikle sarmış, sarıyor. Kentten ayrılırken, havaalanında bir kez daha Louis Armastrong’u anıp “What a wonderful world” diyorsunuz. Ve ekliyorsunuz: “What a wonderful city” , “What a wonderful music”...
--------------------------------------------
Cumhuriyet Gazetesi Pazar ekinde  11 Mayıs 2014 tarihinde yayımlandı.

1 yorum:

  1. Türey'cim ben de New Orleans hakkında yazacağım. Yazmadan önce yazını bir kez daha okudum.Okumak bile insanın kanını kaynatmaya yetiyor. Okuduktan sonra k"keşke okumasay mıydım" dedi. Zira çok güzel anlatmışsın.Bakalım benden ne çıkacak?

    YanıtlaSil