New
Orleans, müzikle nefes alıp veren, müzikle yaşayan, müzikle
varolan bir festivaller kenti. Cazın başkenti. Aslında, “başkent”
sözü fazla resmi kaçıyor, cazın anavatanı. Birçok caz
efsanesinin doğum yeri. New Orleans havaalanında başlıyor caza
saygı duruşu. Havaalanı, New Orleanslı büyük caz müzisyeni
Louis
Armstrong’un
adını taşıyor.
New
Orleans’ta her yer müzik, herkes müzisyen, her şey müzik için.
Festivalsiz zaman yok gibi. Mardi Gras, French Quarter, Summer
Fest,Voodoo Music Experience, Jazz and Heritage... Sadece müzik
değil, Tennessee Williams edebiyat festivali, sinema, tiyatro, LGBT,
yemek festivalleri de var. Biz, Nisan ayında yapılan French Quarter
festivaline katıldık. Festivalin açılış yürüyüşü, şenlikli
bir karnavaldı. İki katlı binaların balkonlarından, ağaçlardan,
barlardan rengarenk Mardi Gras boncukları sarkıyordu. “Resmi”
geçit
törenlerine alışkın bizler gibi turistler için inanılmaz
rengarenk bir “gayri
resmi”
geçit töreniydi. Mini etekli yaşlı kadınlar, dizi dizi boncuklu
erkekler, karnaval giysilerine bürünmüş müzisyenler, Venedik
maskeli kadınlar, atlarla, midillilerle yürüyüşe katılanlar
Bourbon caddesinin iki yanında toplananlara boncuklar atıyorlardı.
Boncuk atmak asıl Mardi Gras’a ait bir ritüelmiş. Göğüslerini
açan kadınlara, erkekler balkonlardan boncuklar atarmış. French
Quarter’da da bu tür sahnelere epeyce tanık olduk...
New
Orleans enerjik, davetkar, şen, kanı kaynayan, kanı kaynatan bir
kent. Ve, Amerika’ya pek “Fransız”.
Fransız kolonisi olduğu günlerin izleri mimariden, müthiş
mutfağına her yerde. Sokaklarda, barlarda, parklarda caz
devlerinin heykelleri. “Jumbo”
lakaplı Al
Hirt,
Pete Fountain,
Antoine
“Fats” Domino
heykelleri bir barın girişinde gelenleri selamlıyor. Bourbon
caddesinde her yerden “canlı”
müzik sesi geliyor. Hem de ne “canlı”.
Üstelik,
müziğin her türü. Sadece caz değil; blues, cajun, funk, bando,
folk, gospel, rock, reggae, Latin...New Orleans ve Louisianalı
müzisyenler ile “kapı
gıcırtısına”
-onlar “yere
düşen şapkaya”
diyormuş- danseden yüzlerce, binlerce kişi gözleri, kulakları,
gönülleri şenlendiriyor. Sokaklarda dans dersleri veriliyor. Kimi
gençler hem dansediyor, hem ayaklarıyla doğaçlama yapıyorlar.
Onların müzik aleti de, ayakkabılarının altına takılı
metaller...
Missisipi ve caz
Kentin
her yeri festival alanı, 25 ayrı yere sahne kurulmuş. Bini aşkın
müzisyen sahnelerde. Bir sahnede Grammy ödüllü bir grup,
diğerinde bir siyahi diva, bir başkasında Afrika ritimleriyle
şarkı söyleyip danseden bir grup. Festivale bu yıl 700 bini aşkın
kişi katılmış. Ve, bu kadar büyük bir organizasyon bedava. Bu
nedenle katılım çok yüksek, halk ve turistler konserleri ücretsiz
izleyebiliyor. Sadece, festival alanına yiyecek ve içecek
sokulmasına izin verilmiyor. Festivali sürdürmek için bunun
zorunlu olduğunu söylüyorlar. Bir kadeh şarap 6, kokteyl 7 ,
Margarita 12 , Malibu 5 dolar. Herkes ellerinde kocaman içki,
kokteyl kadehleriyle festivalin tadını çıkarıyor. Bu müzik
şöleninde katılımcıların en büyük sorunu; “hangi
sahneye, hangi konsere gitsek”
seçimi yapma zorluğu!
Müzik
sadece sahnelerde mi? Elbette değil, Missisipi kıyısında taşların
üzerine oturmuş bir genç kadın tek başına gitar çalıyor, bir
sokakta müthiş kalın miyop gözlükleriyle bir yaşlı adam şahane
blues gitar çalıyor, bir köşe başında bir genç kadın
kendinden geçmiş folk şarkıları söylüyor. Bazı sahneler de
Missisipi kıyısında. Missisipi üzerinde tur yapan buharlı nehir
gemilerinde de müzik var elbette. Bir yandan Red Kit-Missisipi
Kumarbazı’nı anarken, öte yandan “Missisipi
Yanıyor”
filmi aklınıza düşüyor. Bu topraklardaki ırkçılık ve nefret
tarihi yüreğinizi yakıyor. Cazın kökeninde de acı yok mu
zaten? Acı, yoksulluk ve hüzün...
New
Orleans, Katrina kasırgasının yaralarını müzikle sarmış,
sarıyor. Kentten ayrılırken, havaalanında bir kez daha Louis
Armastrong’u anıp “What
a wonderful world”
diyorsunuz. Ve ekliyorsunuz: “What
a wonderful city” , “What a wonderful music”...
--------------------------------------------
Cumhuriyet Gazetesi Pazar ekinde 11 Mayıs 2014 tarihinde yayımlandı.
--------------------------------------------
Cumhuriyet Gazetesi Pazar ekinde 11 Mayıs 2014 tarihinde yayımlandı.
Türey'cim ben de New Orleans hakkında yazacağım. Yazmadan önce yazını bir kez daha okudum.Okumak bile insanın kanını kaynatmaya yetiyor. Okuduktan sonra k"keşke okumasay mıydım" dedi. Zira çok güzel anlatmışsın.Bakalım benden ne çıkacak?
YanıtlaSil