23 Ağustos 2013 Cuma

Sezgin Kaymaz'dan Kün/ Bir Konya-Angara romanı


#mezarlıktalanınadiren'en “ölüler”!



Bazı yazarların tiryakileri vardır. Okurları bekler, bir kitabı çıkınca kitapçıya koşar, bir solukta okur, sonra yeni kitabını beklemeye başlarlar. Sezgin Kaymaz, işte böyle tiryakilik yaratan yazarlardan. Hentbolcu, teknik direktör ve yazar. “Yazarlığı”nın hikayesi de kitaplara yakışır gibi. İlk kitabı Uzunharmanlarda Bir Davetsiz Misafir’i müstear adla yazmış, bir arkadaşı ondan habersiz İletişim Yayınları'na göndermiş, sonra da İstanbul’a taşınmış. İletişim Yayınevi yazarı bulamamış, hatta gazeteye ilan vermişler kendisine ulaşabilmek için. Sezgin Kaymaz sonunda “bulunmuş” ve yazar “ol”muş...Son romanının adı da Kün. “Kün”, “ol” demek...


Sezgin Kaymaz kelimeleriyle bambaşka bir dünya “olduruyor”. Benzersiz bir dünya, yepyeni bir dil yaratıyor. Yazarlıkla ilgili iri laflar etmiyor, eski kuşak yazarlar gibi konuşuyor, “ilham” geliyor, yazıyormuş. Yazdıkları “fantastik kurgu” diye adlandırınca - her ne kadar “kurgu” sözünden pek hazzetmese de- kabullenmiş. Gerçek “üstü”, gerçekle sınırlanamayan bir dünyanın yazarı. “Gerçek” dar gelince “üstüne” çıkıyor, kelimeleri pencereden sokağa uçuruveriyor. Kelimeleri yazım kurallarına uymuyor, ama fena halde hayata uyuyor. Kahramanlarının konuştuğu gibi yazıyor. “Hallideriz. Canını sıktığın şiye bak” gibi. O nedenle de her kitabını okurken, “çevrilemez yazarlardan” diye düşündürüyor. “Yurdum insanı”nın yazarı. Taşranın sesini, ruhunu duyan, duyuran yerli bir yazar.


Kün, en başından yani “X, Y kromozomlu, DNA'lı” falan bir üreme hikayesiyle başlıyor. “Varlık kadındır. Dişidir yaratım süreci, erkek değil. Tarlayı kaldır at, sabanı nerene sokacaksın bakalım” diyor yazar. Ama burada hemen “Romanda baş rollerde kadının esamesi bile yok” diye araya girelim. Yan rollerdeki Gülsüm sağlam, dirayetli bir kadın ama baş rollere çıkamıyor. Son derece zekice yazılmış üreme-doğum hikayesinin anlatıldığı ilk bölümler çok eğlenceli. Şarhoş Şeref'in spermlerinin acil ve durdurulamaz yolculuğunu anlatırken, bakın ne diyor yazar? “Bu, rakıyı kafasına diken zat ile birlikte o zatın vücudundaki yüz trilyon hücrenin de zom olması anlamına gelir. 'Ben sarhoşladım ama hücrelerim gayet şuurluydu' diyemezsin, sen içersen hepsi içer. Ondan sonra seyret...” Okurları seyrediyor. “Örf, adet ve gelenek denilen sosyal kelepçelerin çay ve ihtiyaç molası vakti gelmiştir” anonsundan sonra gözü dönmüş spermlerin yumurtaya doğru yol alma hikayesini an be an izletiyor. Arkasından, kahramanı Ömer'i “ol”duruyor.


#mezarlıktalanınadiren'en “ölükler”!


Sezgin Kaymaz'ın romanı Ankara Mamak Yeşilbayır mahallesi, mezarlığı, Konya ve Karaaslan'da geçiyor. Kahramanlar Şerefsiz ile Nurten Çavuş'un oğlu Ömer, gözünü Yeşilbayır mezarlığının arsasına dikmiş sözüm ona namazında niyazında muhtar Hacı Naci Kalaycı, bir süreliğine canlanıp mücadeleye başlayan ölüler, İmam Muzaffer ile “itikatsız” Hüdai Ağa ve köpeği Çeto. “Diriler el kadar toprak parçası için birbirini yerken ölülerin hazinenin üstünde yan gelip yatması olacak iş değildi” diye mezarlığı konut alanına çevirmeyi kafasına koyan muhtara karşı ölüler-ölükler mücadeleye başlıyor. Mezarları talan edilen ölüler iki dünya arasında kalıyor. Ama intikamlarını da alıyorlar. Mezarlarına musallat olan muhtara ölülerin “müzikle (!)” haddini bildirdiği bölümlerde kahkaha atmadan okumayı sürdürmek olanaksız.


Sezgin Kaymaz, ölüleri arafta canlandırıp konuşturuyor, köpekleri Konyaca konuşturuyor . Eee ne yapsın mevzu Konya'da geçiyor, Çeto da Konyalı bir köpek, -bu arada Lucky'ye, Geber Anne'deki Sarı'ya da de selam- . Çeto'nun sular seller gibi Konyaca konuşması, küfretmesi karşısında afallayıp şaşırmadan, yazarın tavsiyesine kulak vermek gerek herhalde: “Düşünmek yerine tadını mı çıkarsaydı acaba?”


İtikatsızla dindarı buluşturan yazar, üçkağıtçı Aşut'u da cemaati sesiyle büyüleyen müezzin yapıveriyor. Gülümsetiyor, kahkaha attırıyor, Şerefsiz'lere karşı hınçlandırıyor. Ama merak etmeyin, ilahi adalet yerini buluyor. Hem de öyle öte dünyayı falan beklemeden. Zaten “öte” dünyadakiler de “bu” dünyadalar bir süreliğine. Tam “olaylar mistik bir hikayeye doğru mu gidiyor” diye düşünmeye başlarken, yazar bir çelme takıp hayatın içine, sokağa, “dünyevi” olana doğru fırlatıveriyor okurunu... Kahramanları dua da ediyor, küfür de. Hem de sunturlusundan. Kelimelerini öyle korkak, terbiyeli alıştırmamış; kahramanlarının diline geldiği gibi yazıvermiş...

Sezgin Kaymaz, romanında adaleti tesis ediyor. Hem ölülerin, hem dirilerin, hem köpeklerin hakkını savunuyor, intikamlarını yerde koymuyor. “İyi” ve vicdanlı olan itikatlı ve itikatsızı yol arkadaşı, suç ortağı yapıyor. Kahramanlarından “itikatsız” Hüdai Ağa ile imam Muzaffer Hoca'nın konuştuğu bölümler din, vicdan, teoloji, ideoloji tartışmaları açısından son derece dikkat çekici bölümler. Hüdai Ağa'yı “Bütün bir şehrin akıl trafiği sağdan akıp seninki soldan akıyorsa 'Bende bir yanlışlık var' dersin. Ancak Hüdai Ağa; 'Bu millette bir yanlışlık var. Hepsi ters şeritte gidiyor' diyebilen bir adamdı. İnadından, çok bilmişliğinden, küstahlığından değil; adamlığından” diye yüceltiyor Sezgin Kaymaz. Din adamı Muzaffer Hoca da takdir ediyor onun “insanlığını”:

“Ya itikatsız Hüdai Efendi. Ömer için 'O bana Allah'ın emaneti' demiş, almış bağrına basmıştı. Ne için? İtikatsız olduğu için mi? Hayır efendim. İnsan olduğu, adam olduğu, eşref olduğu için. Müslümanlık ne içindi? Eşref-i mahlukat için. Eşref-i mahlukat için kim sokuyordu elini taşın altına? Eşef-i mahlukatın imamı eşref mahluk Muzaffer mi, yoksa herhangi bir imamın arkasında belki hayatı boyunca bir kere bile saf tutmayacak olan itikatsız mahluk Hüdai efendi mi?”


Kün'ün bazı bölümlerini Gezi Parkı eylemlerinden sonra yeniden okudum. Bazı kutuplaşmaların, saflaşmaların, mesafelerin nasıl da aşılabilir olduğunu ne güzel anlatıyor. Sezgin Kaymaz, “biraraya gelemez” denilebilecek Hüdai Ağa ile imam Muzaffer Hoca'yı vicdanda, insanlıkta buluşturuyor. Ateistlerle antikapitalist Müslümanların biraraya geldiği Gezi Parkı ruhuyla ilgili -de- “sağlam bir edebi öngörü” mü diyelim?

Kün'deki epigraflarda Necip Fazıl Kısakürek de var, Şair Eşref de, Daimi de, Philip Dick de, Mehmet Akif Ersoy da, Sezai Karakoç da, Şükufe Nihal de, Yunus Emre de, Cahit Sıtkı Tarancı da, Neyzen Tevfik de, Halil Cibran da, Celali Baba da...Epigraflarda Mevlana büyük yer tutuyor. “Duayı bırak...Ağaç istiyorsan tohum ekeceksin.” ya da “Sen kapıları, testileri hele bir kır, sular nasıl olsa bir yol tutar gider”, “Akla itibar etme, aşka itibar et” gibi. Bunlardan birinde de “Senin baktığına herkes bakar... Gördüğünü ise bir sen görürsün” diyor Mevlana. Kün'de Ankara, Konya sokaklarına, gecekondulara, mezarlıklara baktırıyor okurunu Sezgin Kaymaz. Sonra, kendi dünyasını “olduruyor”, “bir kendisinin gördüğü”nü gösteriyor ...Kapıları, testileri kırarak, akla değil aşka itibar ederek...


-----------------------------

Kün, Sezgin Kaymaz, İletişim Yayınları, 479 sayfa
-----------------------
Cumhuriyet Gazetesi Kitap ekinde 22 Ağustos 2013 tarihinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder