8 Ağustos 2013 Perşembe

Sinemayla engelleri sorgulamak


Fransız yönetmen Jacques Audiardın Pas ve Kemik filmini DVD’den izledim. Jacques Audiard, melodrama çok müsait bir konuyu, melodrama yaslanmadan çekmiş. Klişelere yüz vermeyen, gözyaşı döktüren değil, duygudaşlık yaratan, acıklı cümlelerle seyirci avlayan değil, daha derin sorgulamalara götüren bir film.

Ali, küçük oğluyla parasız, aç bilaç yollardadır. Kızkardeşinin evine sığınır. Heybetli, güçlü kuvvetli Ali, bir kulüpte koruma görevlisi olarak çalışmaya başlar. Barda çıkan bir kavgayı ayırırken Stephanieile tanışır. Stephanie genç, güzel, seksi, seyredilmek ve arzulanmaktan tad alan bir kadındır, Ali’ye yüz vermez. Sonrası ise Stephanie için bir dram. Çalıştığı su parkında katil balinaları eğitmektedir, bir gösteri sırasında iki bacağını yitirir. Ali ile yolları yeniden kesişir. Stephanie’nin bedeni ne kadar yaralıysa, eksikse; Ali’ninki de o kadar tam, güçlü, arzu doludur. Ali, hayatı sorumluklar, büyük anlamlar yüklenerek, yükleyerek yaşamaz. Çocuğu başına derttir, ama onu sever de; kadınlarla sadece seks ilişkisi kurar. Çoğu kez, -üstelik argo bir ifadeyle- Sevişmek ister misin” diye sorar, sevişir ve gider. Aynı soruyu bir gün Cinsel organım çalışıyor mu bilmiyorum” diyen Stephanie’ye de sorar. 

Filmin sonunda Ali de büyük bir trajedinin eşiğinden dönüyor ve o güçlü beden, kemikler örseleniyor, kırılıyor. Stephanie’nin protez bacağı ve Ali’nin ellerinin kırılan kemikleri. Güzellik ve güç geçicidir. Film, bunlardan geriye kalanlar üzerinde düşündürüyor izleyiciyi. Duygudaşlık, dayanışma, dostluk, sevgi, yoldaşlık gibi.

Ali’yi Matthias Schoenaerts, Stephani’yi ise Marion Cotillard oynuyor. İkisi de müthiş, abartısız, yalın bir oyunculuk sergiliyor. Pas ve Kemik filmi bana engellilerin cinsel haklarıyla ilgili iki filmi anımsattı. Hasta La Vista/ Hoşçakal ve The Sessions/Aşk Seansları. Hasta La Vista’da üçü de fiziksel engelli 20’li yaşlardaki üç arkadaşın Belçika’dan İspanya’ya yaklaşık 1500 kilometrelik bakirlikten kurtulma turu anlatılır. Gözleri görmeyen, felçi, tekerlekli sandalyeye mahkûm kahramanların birbirlerinin engellerini ortadan kaldırdığı bu yolculuğun öyküsü hem hüzünlü, hem dokunaklı, hatta zaman zaman da eğlenceli. 1980’lerde Berkeley’de yaşayan, yapay solunum cihazlarıyla günlerini geçirmek zorunda olan felçli gazeteci ve şair Mark O’Brien’ın gerçek hayat hikâyesini anlatan Aşk Seansları filminde de, bir seks asistanı ile felçli gazetecinin hikâyesi konu alınıyordu. Başrollerini John Hawkes ve Helen Hunt paylaşıyordu.

Geçtiğimiz yıllarda Stockholm’e gitmiştik. Sokaklarda çok sayıda engelli gördüğümde şaşırdım. Yanımdaki arkadaşım Çünkü onlar engellileri bizim gibi eve kapatmıyorlar” dedi. Engellilerin kahramanı olduğu filmler; engellilerin yaşamı, hakları -elbette cinsellik dahil- ve engelsizlerin kafalarındaki engeller üzerinde düşündürüyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder