20 Haziran 2011 Pazartesi

D. H. Lawrence'dan "Gökkuşağı"


'Yağmur'la 'güneş', 'ateş'le 'kül' arasında


Lawrence'ın başyapıtlarından biri olarak değerlendirilen Gökkuşağı, yazılışından 91 yıl sonra hâlâ taze, hâlâ canlı, hâlâ inandırıcı, sağlam bir roman.




Eğer son günlerde seçtiğiniz kitaplar nedeniyle arka arkaya düş kırıklıkları yaşadıysanız; hemen kitaplığınızdan D.H. Lawrence'ın Gökkuşağı'nı indirebilirsiniz, ya da bir kitapçıya gidip satın alabilirsiniz. Klasikler, okur düş kırıklarına her zaman iyi gelir. D.H.Lawrence, sevginin, sevecenliğin, cinselliğin, "canlı" kadın-erkek bedenlerinin yazarı. 19. yüzyılın daha çok sınıf çelişkilerine dayalı aşk romanlarında kahramanların bedenleri yok gibidir. Büyük romantik aşklarla ruhlar gökyüzüne doğru kanatlanırken, bedenler çoğu kez aşağıda unutulmuş görünürdü. Hayatta nasıl yatak odasının kapısı sıkı sıkıya kapalı tutuluyorsa, edebiyatta da öyleydi. D.H.Lawrence, bu kapıyı açtı. Hem de sonuna kadar. Stendhal romanın "yol boyunca gezdirilen ayna" olduğunu söyler ya; Lawrence bu "ayna"yı cesaretle, döneminin ahlak kurallarına meydan okuyarak kadın erkek cinselliği üzerine tuttu.
http://tureykose.blogspot.com/2011/06/d-h-lawrencedan-gokkusag.html


20. yüzyılın ilk yarısında işçi kökenli tek İngiliz romancı olan Lawrence, daha çok 1928 yılında yazdığı son romanı Lady Chatterley'in Aşığı ile tanınır . 20. yüzyılın başında iki yüzlü ahlak anlayışını sarsan bu kitabın 32 yıl yasaklı kalması ününü de giderek büyüttü. Kitabın yasağı yazarın ölümünden 30 yıl sonra, 1960 yılında kaldırıldı. Lawrence bu kitabı bitirmek üzereyken yazdığı bir mektupta "İngilizlerin artık hoşgörülü sayılabileceğini; bir erkeğin bir penisi olduğunu söylemeyi göze alabileceğini" yazıyordu. Ancak yanılıyordu. Kitaplarının yazgısı değişmiyordu. Gökkuşağı kitabından sonra başına gelenler, bir kez daha yineleniyordu. 1915'de yayımlanan bu kitap müstehcenlik suçlamasıyla yasaklanmış, ancak bir yıl sonra yayımlanabilmişti. Oysa, Lawrence "Şu sonbahar sabahında ne kadar müstehcenlik yoksa, The Rainbow'da o kadar yok" diye düşünüyordu.

Lawrence'ın kahramanlarını tanımlayacak en iyi sözcüklerden biri, "canlı" olmalarıdır. "Canlı" olmak da; değişken olmak, gelgitler yaşamaktır. Kahkahâlârdan gözyaşlarına, çığlıklardan derin suskunluklara, şehvetten öfkeye geçmek demektir. Gökkuşağı simgesinde özetini bulan, yağmur ve güneş de o kadar barışık değildir. Gökyüzündeki o rengarenk büyülü kemer , yağmurla güneşin o görkemli bütünleşmesi; güzelliği biraz da geçiciliğinde olan bir tansık değil midir? Yağmurdan sonra dünyanın üzerinde parıldayan "gökkuşağı", bir an daha güzel, daha farklı bir hayatın vaadi gibi görünür. Ama sonra "gökkuşağı" kaybolur; ya gereğinden fazla yakıcı bir güneş gelir, ya da yeni yağmurlar. Bir an "yakaladığınızı" sandığınız o görkemli tansık kaybolur, söner, gider. Lawrence'ın yazarlığının büyüklüğü, edebiyata biçimsel katkılarında değildir. Edebiyatı "canlı" hale getirmesi, kadın-erkek ilişkilerinin saklanan, deşilmeyen, "ayna" tutulmayan cinsellik bölümüne, bedenlere bakması, bu karanlık alanı okura göstermesidir. Tutkunun ateşini de, o ateşin sonrasında gelen külü de aynı başarıyla aktarır Lawrence .
ÜÇ KUŞAĞIN İLİŞKİLERİ
Lawrence Gökkuşağı'nda kadın-erkek ilişkisinin karanlık noktalarını, yaşanan gelgitleri, sevgiden nefrete, tutsaklıktan kayıtsızlığa, şehvetten öfkeye geçişleri ustalıkla anlatır. Evde yaşanan iç savaşları, üç kuşak kadın erkek ilişkilerinin öyküleri aracılığıyla aktarır. Sessiz savaş ilanlarını, uzun ömürlü olmayan barış dönemlerini, sonra çocuklarla gelen bir tür kayıtsızlık, ya da uzlaşma dönemlerini yansıtır üç kuşağın ilişkilerinde. Bir çiftlik sahibi olan Tom Brangwen, Polonyalı Lydia ile evlenir. Lydia'nın ilk eşinden olan kızı Anna ile birlikte yaşamaya başlarlar. Brangwen ile Polonyalı kadın arasında hep bir yabancılık vardır başlangıçta. Aralarında zorlu, tüketen sessizlikler, kadının adamı çok uzaklara itmeleri eksik olmaz. Ama Tom, "kadının yine kendisi için hazır olacağı, yine kendisini kabul edeceği" bilgisiyle "çok uzağa gitmemeye" çalışır. Sonra barışma dönemleri gelir ve yeni bir oğlan çocuk. Tom Brangwen, Anna' yı kendi oğlundan daha çok sever.

Sonra, Anna'nın öyküsü başlar. Onun evliliği ve kadınla erkek arasında yeni bir zorlu mücadele öyküsü. Üvey babasının yeğeni Will Brangwen'le evlenen Anna , hiçbir zaman tam teslim olmaz kocasına. Aradaki uzaklık kocasına acı çektirir. Çünkü, "Anna kendi hayatını istiyordu. Kocası, kendi varlığıyla onu örtüyor, dışarısının bütün serinliğini dışarıda bırakan bir kan ilişkisi içine çekiyordu, bir sıcaklık içinde birleştiriyordu onu. Anna eski benliğini, ayrılığını, canlılığını, alıp vericiliğini, ama hiçbir zaman yenilmediği kişiliğini istiyordu". Sonra arka arkaya 9 çocuk gelir. Bedensel doyumlar ve arkasından gelen uzaklıklara, sonra yeniden doyumlara ve uzaklıklara alışırlar: "Anna gündüzdü, gün ışığı; Will ise gölgeydi. Anna ondan korkmamayı, nefret etmemeyi öğrenmiş, kendini erkekle doldurmayı, kendini onun gün ışığında saklanan kara ve şehvetli gücüne vermeyi öğrenmişti. Böylece aydınlıkta ayrı, koyu karanlıkta evli olarak yaşamaya devam ettiler. Will kadının gündüz otoritesini destekliyor, hiç olmazsa bozmuyordu. Kadın da karanlıkta, ona, onun vaad dolu, içli ve uyuşturucu yakınlığına terk ediyordu kendini.". Çocuklar büyür. Sonra yıllar geçer, her şeyi küçülten, uzaklaştıran: "Geçmiş o kadar büyüktü ki, içindeki her şey küçücük kalırdı. Aşklar, doğumlar ve ölümler...Geniş bir ufukta küçücük birimler. Bu büyük geçmiş içinde insanın küçücük önemini bilmek insanın içini rahatlatırdı."

Kuşaklar gelir geçer, aşklar, sevişmeler, kırgınlıklar, barışmalar tükenmez. Kitabın son bölümüne Anna ile Will'in kızı Ursula'nın öyküsü damgasını vurur. Ursula'nın büyümesi, isyanları, bedensel arayışları, Skrebensky ile ve daha sonra öğretmeni olan bir kadınla fiziksel yakınlaşması anlatılır. Ursula'ın öğretmeni ile bedensel yakınlaşması ve arkasından gelen uzaklaşmanın anlatıldığı bölümün adının "utanç" olması dikkati çekiyor. Sonraki bölümde Ursula'nın "Erkekler dünyası"nda var olma, kendine yer açma mücadelesine geçiliyor. Ursula özgürlüğünün peşine düşürken, ailesinin itirazlarına karşın öğretmenliğe başlıyor. Sonra yeniden Skrebensky hayatına giriyor ve tutkulu bir bedensel ilişki başlıyor. Ursula, erkeğin "vücudunu sevdiğini" söylüyor sık sık. Bedenlerin uyumu, şehvet, arzunun doyurulması ve sonra gelen boşluk duygusu üçüncü kuşak ilişkilere de damgasını vuruyor. Yazar, "Ancak bütün bunlardan sonra gelişen bir ölüm mikrobu vardı. Her temastan sonra Ursula'nın erkekten istediği ve alamadığı şey daha da çoğalıyor, aşkı giderek ümitsiz bir hal alıyordu. Her birleşmeden sonra erkeğin kıza olan bağımlılığı artıyor, tek başına ayakta kalabilme ümidi azalıyordu" sözleriyle anlatıyor bu yıpratıcı ilişkiyi. Yoran, tüketen bu ilişki içindeki gelgitler, kitabın kadın-erkek ilişkilerinin karmaşık yüzünün yansıtıldığı en çarpıcı bölümleri arasında yer alıyor.

Lady Chatterley'in Sevgilisi kitabında görsel çarpıcılığıyla en etkileyici bölümlerden biri koru bekçisi Mellors ile kadının birbirlerinin çıplak vücudunu çiçeklerle süslediği bölümdür. Lady Chattarley'in yağmurun altında çırılçıplak dansettiği bölüm de belleklere kazınmıştır. Gökkuşağı'nda da; hamile Anna'nın odada çırılçıplak dans ederek doğurganlığını kutsadığı, ya da Ursula ile sevgilisinin gece dolunayda çırılçıplak göle doğru koştukları bölümler görsel çarpıcılıkları ve şiirsel anlatımı ile etkileyici bölümler arasında yer alıyor. Skrebensky tutkulu bir cinsellik yaşadığı ­zaman zaman yıkıcı, öldürücü olsa da- Ursula ile ilişkisini evlilikle sürdürmek istiyor. Oysa genç kadın, hayatın sonsuz olanaklarının , Skrebensky gibi olmayan diğer erkeklerin de varlığının ayrımındadır. "Neden Skrebensky ile son bulayım? Neden birbiri ardından hoşuma giden bütün tipleri denemeyeyim?" diye sormaktan çekinmez. Ursula, döneminin kadınlarının aksine evliliği küçümser ve reddederken, erkek perişan olur. Öykü ayrılıkla son bulur.

Ursula, daha sonra ayrılık kararını sorgularken, bir an annesini " yeni bir ışık" altında görür: "Annesi basit ve köklü bir gerçekti. Kendisine verilen hayatı kabul etmişti. Küstahça bir gururla kendisine uyacağını sandığı bir hayat yaratmaya çalışmamıştı." Bu bilinçle Skrebensky ile ilgili kararını da yeniden sorgular: "Seni sevmek ve senin sevgini kabul etmek verilmişti bana. Tanrının bu vergisini diz çöküp şükranla kabul edeceğime , ayı da bana vermesini istedim. Ve bunu elde edemediğim için de her şeyi geri vermek istedim." Sonra bu teslim oluştan vazgeçer. Ursula'nın vardığı son noktayı "Onunla geçirdiği o ateşli haftalar içinde Ursula'nın kendisi yaratmıştı onu. O süre için yaratmıştı. Sonunda kırılıp kalmıştı Skrebensky. (...)Geçmişe ait bir şeydi o. Bilinen bir şeydi. Geçmişe duyulan ilgi gibi bir ilgi duyuyordu ona. Ama yüzünü ileri çevirip bakınca Skrebensky kayboluyordu. İleriye bakınca önünde keşfedilmemiş yerlere bakınca görebildiği taptaze bir ışık ve yerden duman gibi yükselen ağaçlardı" sözleriyle anlatıyor yazar. Romanın son kuşak kahramanlarının öyküsü mutlu sona ulaşamasa da, yazar kitabın sonunda "umut"u esirgemiyor okurdan:"Gökkuşağında dünyanın yeni mimarisini görüyordu, evlerden, fabrikalardan oluşan eski pislik yığını süpürülüp atılarak, yerine gökyüzünde oluşan bir kemere layık, gerçeğin canlı dokusundan yapılma bir dünya geçecekti."
'KADIN DÜŞMANI'MI,'DOSTU'MU
Feminist eleştiri, D.H.Lawrence'ı gelmiş geçmiş en eril yazarlardan sayar. Denemelerinde bu eleştiriyi haklı çıkartacak birçok kanıt bulmak olasıdır. Yazar, "Horozsu Kadınlar, Tavuksu Erkekler" başlıklı denemesinde "günümüzün gerçek kadının horozlanan kadın" olduğunu vurgularken, "İşte horozsu kadınların acıklı yanı, çoğunlukla bir yumurta yumurtlayacakları yerde, bir bakarlar ki bir oy, bir mürekkep şişesi ya da büsbütün ilgisiz bir nesne yumurtlamışlardır, kendileri için hiçbir anlam taşımayan bir nesne" sözleri kızılmayacak gibi değildir. Kadınlara sevgi için erkeklere "itaat" öğütler. "Bir Örnek Verin Kadına" başlıklı denemesindeki "Kadınların gerçek güçlüğü, kendilerini erkeklerin kadın kuramlarına uyarlama çabasını, öteden beri hep yapageldikleri üzere sürdürme zorunluluklarıdır. Bir kadın bütünüyle kendiyse, hoşlandığı erkek türünün kendinden beklediğini olma çabasındadır. Bir kadın dengesizse, ne olacağını, hangi örneğe uyacağını, hangi erkeğin kadın anlayışına göre yaşayacağını bilemediğindendir. (...) Yaşamın gerçeği, kadınların erkeğin koyduğu örneğe göre davranmak zorunda olmalarıdır" sözleri hangi çağdaş kadını çileden çıkarmaz.

Kate Millett Cinsel Politika'da Lawrence'ın "cinsel politikacıların en ustası, en hünerlisi olduğunu" söyler ve ekler: "Üstelik içlerinde en yumuşak olanı, en gönül alanı da odur, çünkü mesajını erkeği yanına alarak değil, kadının bilincinden süzdürerek vermektedir." Millett, Lady Chattarley'in Sevgilisi'ni yerden yere vurur. Bu kitapta, kadının pasif bir "fallus tapınması" içinde olduğunu" söyler. Ancak Millett bile, Gökkuşağı'nın hakkını teslim eder: "Gökkuşağı, Lawrence'ın önemli romanlarından ilkidir. Romanlarının en güzeli ve şiirsel olmasının yanı sıra, başkalarına benzemez bir yanı da vardır.(..) Daha sonraki yapıtlarında görülen fallus üretkenliği değil, rahmin üreticiliğini temel almıştır. (...)Rahmin gücüne inancı öylesine büyüktür ki, nasıl olup da sonradan bunun tam tersine dönüştüğünü ve erkeğin gücünün yaşamın temeli olduğu görüşüne ulaştığını anlamak zordur." .
ÇAĞDAŞ KADIN KARAKTERİ
Özellikle denemelerinde "kadın düşmanı" görünen Lawrence'ın Gökkuşağı'ndaki kadın kahramanların güçlü, başı dik, erkeğe meydan okuyan, küçümseyen, hatta zaman zaman erkekleri ezen karakterler olduğunu da atlamamak gerekiyor. "Gökkuşağı"ndaki Lydia, Anna, Ursula da son derece güçlü kadınlar. Lydia ve Anna geleneksel, anaç kadın karakterler olmalarına karşın, hiç de erkeklerin ezdiği, ezebildiği kadınlar değiller. Ursula ise çağdaş kadın karakteri olarak, yazarın kendi görüşlerini yansıttığı güçlü bir kadın kahraman. Erkek kahramanlar ise daha ezik, yaşamlarıyla, politik ve dinsel görüşleriyle daha eleştiriye açık. Yazar Gökkuşağı kitabının sonunda da Ursula'yı önce "tavuksu kadınlar" gibi bir pişmanlık ve teslimiyet içine sokuyor. Ancak daha sonra, kahramanını bu ruh halinden çıkarıyor. Ursula, özgür, gerçekten ne istediğini bilen, ya da en azından ne "istemediğini" bilen çağdaş bir kadın gibi yorumluyor geldiği noktayı: "Tek başına Yeni Dünya ile Eski'sini yıkayan karanlık boşluğunu geçtikten sonra, Bilinmeyen keşfedilmemiş ülkenin kıyılarına varmıştı."

Kitapta, Ursula'nın Skrenbensky'i eleştirdiği bölümlerde de kadın özgür bir bireydir, Hindistan'a gitmek isteyen erkek ise "ölü"dür. Ursula, erkeğe "Hintlilerin bizden basit olduklarını ve onlara efendilik etmenin hoş bir şey olacağını düşünüyorsun. (...)Orasını da burası kadar ölü hale getirmekten başka bir amacınız var mı sanki? Ben sana da , senin bütün eski ve ölü şeylerine de karşıyım" demekten kaçınmaz.

Mina Urgan , D.H.Lawrence incelemesinde "kadın düşmanı" demenin yazara haksızlık olacağını, "ancak kadınlar konusunda gerici diye niteleyebileceğimiz bazı görüşleri olduğunu" söylüyor. Lawrence'ın kadınların erkeklere boyun eğmesini istemesine tepki gösterirken , bunun arka planını sorguluyor:

"Doğru dürüst insan ilişkilerinde, bir kadının bir erkeğe ya da bir erkeğin bir kadına boyun eğmesi hiç gerekmez elbette. Ama Lawrence'ın böyle bir yanılgıya düşmesinin nedenini unutmamalıyız. Kendi annesinin, çocukluğunda ilk gençliğinde ve ölümünden sonra bile oğluna egemen olmasına bir tepkidir bu yanılgı. Bunun dışında, kadınları aşağılayan bir tek sözcük bile bulamayız Lawrence'ın yazdıklarında. Romanlarında da, uzun ve kısa öykülerinde de, erkekler değil, kadınlar ön plandadır genellikle. Erkek kişilerin açısından çok, kadın kişilerin açısından görürüz Lawrence'ın dünyasını."

Lawrence, denemelerinde de "gökkuşağı" simgesini sık kullanır. Romanla ilgili bir denemesinde erkekle kadın arasındaki bağı statükoya sokmak için sınırlandırmaya çalışmanın boşunalığını anlatırken aynı simgeyi kullanır: "Yapamazsınız. Gökkuşağı ya da yağmuru sınırlandırmaya benzer bu". Aynı yazının sonunda "romanın, yaşayan bağlarımızın değişken gökkuşağını gözümüzün önüne sermek için eksiksiz bir araç" olduğunu söyler. Lawrence'ın başyapıtlarından biri olarak değerlendirilen Gökkuşağı , yazılışından 91 yıl sonra hâlâ taze, hâlâ canlı, hâlâ inandırıcı, sağlam bir roman.

Gökkuşağı/ D.H.Lawrence/ Oğlak Klasikleri/ 474 sayfa
-----------
11.5.2006 tarihinde Cumhuriyet Kitap ekinde yayımlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder